Kanal İstanbul Dosyası: Bildiğimiz İstanbul'un sonu

Fotoğraf
Şafak Salman
28 Haziran 2020 - 22:14

Kanal İstanbul projesi gündemimize 2011’de, dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından “çılgın proje” olarak duyurulmasıyla girdi ancak sohbetlerimizi, haber bültenlerini, gazete sayfalarını tam anlamıyla işgal etmeye başlaması, Ocak 2018’de güzergâhın açıklanmasından sonra oldu. İstanbul’u kuzeyden güneye yararak üçe ayıracak, kentin ortasında bir ada ve yeni bir şehir yaratacak proje gerçekleşirse, yaşadığımız şehirde kökten değişimlere neden olacak. Sonuçlarından ise daha geniş bir coğrafya etkilenecek. İlk kazmayla birlikte etkilenecek olanlar bölgede yaşayan yaklaşık 316 bin kişi olacak. Karadeniz kıyısındaki balıkçı köyü Karaburun’dan Marmara lagünü Küçükçekmece kumullarına, Kanal İstanbul’un geçeceği güzergâh boyunca 45 kilometre gittik, bölgede yaşayanlarla konuştuk. Kimi arazisini, evini, gelir kaynağını veya yaşam biçimini kaybedeceği için endişeli; kimi kanal manzaralı ev hayaliyle veya arazilerin değer kazanacağı düşüncesiyle heyecanlı... Fakat muhtarından çiftçisine, kanalı istesin ya da istemesin, herkesin ortak bir sorunu var: Belirsizlik. Evlerinde oturmaya devam edebilecekler mi? Arazileri kanalın neresinde kalıyor? Kamulaştırma olursa mülklerin gerçek değeri ödenecek mi? Anne babalarının yattığı mezarlar ne olacak? İstanbul Havalimanı inşaatında olduğu gibi toz toprak içinde kalacaklar mı? Beklenen İstanbul depremi olursa kanal ne olacak? Balıkçılık yaptıkları sular, göller kalacak mı? Geleceklerine dair sorulara cevap bulamamaktan şikâyetçiler. Bir de kendi adına konuşamayan doğal ve kültürel varlıklar var. Küçükçekmece Gölü içindeki Roma kalıntılarının, Bathonea Antik Kenti’nin, insanlık tarihine dair ipuçları barındıran Yarımburgaz Mağaraları’nın akıbeti ne olacak? O cevapları uzmanlarla konuşarak aradık ve her yönüyle bir Kanal İstanbul dosyası hazırladık. Proje hakkında bilmek istediğiniz her şey...

Arnavutköy, Başakşehir, Küçükçekmece ve Avcılar’dan geçerek Çatalca Yarımadası’nı ikiye, İstanbul’u üçe bölecek Kanal İstanbul projesinin 45 kilometrelik rotasını takip etmeye Karadeniz kıyısından, Yeniköy’den başlıyoruz. İlk fark ettiğimiz Karadeniz’in sahili döven dalgaları ile şiddetli rüzgârı, ikincisi ağaç dallarını, bahçeleri, kumsalı, tarlaları kaplamış çöp ve naylon poşetler oluyor. Babasının emaneti evi ayakta tutmaya çalışan Burcu Koç, az ileride kumsalı bölen tepeyi gösteriyor. Buranın İstanbul Havalimanı için yapılan dolgu alan olduğunu, kullanılan malzemenin Tayakadın çöplüğünden getirildiğini ve denizin çöpü kustuğunu anlatıyor. Bugün doğaya yapılan müdahaleler yüzünden çöplüğe dönüşmüş olsa da Karaburun ile Yeniköy arasındaki bu kumsal, nadir bir güzellik. Kumu, bildiğimiz kum gibi değil, istiridye kabuklarının zamanla ufalanmasından oluşmuş. 5 km boyunca uzanıp gidiyor.

İki yüz metre kadar ötemizde, ÇED raporuna göre kanalın çıkışı olacak yer duruyor. Karaburun ile Yeniköy arasına zamanında yapılmış dört mendirek var. Karadeniz yığılan taşların büyük bölümünü eritmiş. Kanalın çıkışını “Dördüncü mendirek ile birinci mendirek arası” diye tarif ediyor Yeniköylü Haluk Kolçetin. Gerideki tepenin üzerinden ve çamların arasından başını uzatacak, buğday tarlalarını yutup denize ulaşacak...

Yeniköy

Yeniköy halkı Mübadele zamanı Selanik’ten gelenlerden oluşuyor. Göçle kurulan köy, yeni bir göçün eşiğinde. Zaten kanal boyunca içlere ilerledikçe tüm yerleşimlerde iki ortak nokta dikkati çekiyor: Hemen hepsi göçle kurulmuş köyler ve nüfusları yaşlı. Durusu ve Tayakadın’da Balkan göçmenleri, Sazlıdere kıyısındaki Sazlıbosna’da ise Kırım göçmenleri yaşıyor. Gençler iş olanaklarının kısıtlılığından veya bölgenin büyük bölümünün koruma altında olması nedeniyle yeni evler yapılamadığından şehir merkezine gitmiş. Kanal İstanbul yapılırsa tüm bu denklem değişecek gibi görünüyor. Mütevazı köy yaşamının yerini şehrin tüm nimetleri ve yan etkileri alabilir.

Kanal İstanbul, İstanbul Havalimanı’nın ardından Yeniköy’ün son birkaç yılda yaşadığı ikinci büyük sınavı. Havalimanı inşaatı sırasında, 1924’ten bu yana hayvancılıkla geçinen köy çok toprak kaybetmiş. Mera alanları yok olup otlatacak yeri kalmadığı için hayvanlarını satan, işini bırakanlar olmuş. Kolçetin “50 kişiden 20 kişi kalmıştır. Bırakanlar fabrikalara işçi olarak girdi, kimisi iş bulamadı hâlâ kahvede oturuyor” diyor. Şimdi köylü ikinci bir sınavla karşı karşıya. Bu kez yaklaşık yüz yıldır sürdürdükleri yaşam biçimi tümüyle tehlike altında. Hemen her taşında isimden önce “Selanik göçmeni” yazan Yeniköy Mezarlığı da kanalın içinde kalıyor. Büyüklerinin yıllardır yattığı kabirler taşınacak. Köye tepeden bakan mezarlık, yemyeşil arazilerle çevrili.

Karaburun Limanı

Yeniköy’den komşusu Karaburun’a geçiyoruz. İstanbullunun ha a sonları balık yemek ve denize girmek için ziyaret ettiği köyde balıkçılar denizden dönmüş, ağlarını onarıyor. Havada insanın zihnini temizleyen bir iyot kokusu var. Projeye göre kanal, Karaburun Limanı’nı yutmuyor ama inşaattan çıkan tüm malzeme bu sahile dökülecek. Yaklaşık iki Bakırköy ilçesi kadar alan denizden alınarak doldurulacak, kıyı doğal yapısını kaybedecek. Karaburun’un arkasındaki muhteşem kumsalın üzerine önce hafriyat, sonra beton dökülecek.

22 yıl burada muhtarlık ve balıkçılık yapmış Bahattin Kurt’u balıkçı kahvesinde çayını içerken buluyoruz. Kanal yapılırsa balıkçılığın biteceğine ve bildiğimiz Karaburun’un yok olacağına emin.

Ancak kanalın yapılmasının olumlu etkisi olacağını düşünenler de var. Onlardan biri Tekin Viçe. Kanalla gelecek değişimin bölge için iyi yönde olacağını söylüyor. Ama en az altı yıl sürecek inşaat onun da gözünü korkutmuş gibi. “Biz buradan hep birlikte gitsek, 20 sene sonra dönsek, kanal da bitmiş olsa... Harika bir şey, kim yapmış deriz” diyor. 36 dönüm arazisi kanal içinde kalacak ama evi değerleneceği için heyecanlı. Projede gördüğü yaşam biçimi de hoşuna gitmiş. Akıllı evlerde yaşamayı herkesin hak ettiğini söylüyor.

İstanbul Havalimanı

Sırada Durusu ve Terkos var. Ormanlardan, yemyeşil tarlalardan, dingin köy yaşamının içinden geçerek varıyoruz. Doğal Hayatı Koruma Vakfı'nın (WWF) 2019 sonlarında yayımladığı rapora göre, Terkos Gölü havzasının kısmen kullanım dışı kalması, İstanbul için önemli bir su sorunu yaratacak. Ayrıca göl ile deniz arasındaki kumulun durdurulması için yıllar önce gerçekleştirilen sahil çamı ağaçlandırmaları da yok olacak. Kumullar yeniden gölü doldurmaya başlayacak. Durusu’da Zehra-Ahmet Dalmaz çiftiyle konuşuyoruz. Havalimanı açıldıktan sonra bahçelerindeki incir ve cevizin meyve vermediğini söylüyor köyün 20 yıllık kuaförü Zehra Hanım. Ahmet Bey bizi göl kıyısına götürüyor ve su seviyesi yıllar evvel azaldığında denizden basılan tuzlu suyun hangi türleri yok ettiğini anlatıyor. 

Şamlar Köyü Camii

İstanbul merkezden 40 dakikalık sürüşle ulaşılabilen ama çok daha uzaklara gitmişsiniz hissi veren manzaraların arasından güneye doğru inmeye devam ediyoruz. Sazlıdere kıyısındaki Şamlar, Başakşehir ilçesinin tek köyü. Halkı hâlâ hayvancılık yaparak geçiniyor. Yanı başındaki Kayabaşı’nda yükselen toplu konutlar, yaklaşan şehrin habercisi. Eski köyün meydanındaki kahveye giriyoruz. Köyün yaşlılarından 4-5 kişi var sadece. Kayıt cihazı kapalıyken hepsi kanalı istemediğini söylüyor ama kimse ismiyle konuşmak istemiyor. Hatta gizlice kayıt yaptığımızdan şüpheleniyorlar. Birer çay söyleyip sohbet ediyoruz. Hem tüm yaşam biçimlerinin değişeceğinden endişeliler hem de arazileri değerlenecek diye istekli. Arazilerin değerlenmesi meselesi köyler arası bir tür rekabet bile başlatmış gibi. Her köy bir diğerinin proje içinde kalan yerlerinin nasıl da değerleneceğini konuşuyor.

Sazlıdere’nin karşı kıyısındaki Sazlıbosna’ya geçiyoruz. Burası “leylekli köy” diye de biliniyor. Elektrik direklerinin tepelerinde yıllardır hiç bozulmamış leylek yuvaları var. Hepi topu 1150 nüfuslu mahallenin her sokağında birkaç emlakçı göze çarpıyor. Muhtar Oktay Teke, “Tabela çok ama işleyen beş tanedir” diyor. Arazilerin metrekare fiyatı Kanal İstanbul duyurulmadan önce 10-15 lirayken bir ara 600 liraya kadar çıkmış. Şimdi 300 lira civarında. Muhtara göre o kadar lüks proje yapılırsa burası böyle kalmayacak.

Sazlıbosna

Sazlıbosna, kanala 500 metre mesafede. 1862’de Sultan Abdülaziz tarafından iskânı verilmiş ve Kırım Savaşı zamanı gelen Tatarlar yerleştirilmiş. Sazlıdere Barajı nedeniyle çok toprak kaybetmişler ancak çi çilik yapan 10, hayvancılık yapan 10 hane var.

Son durağımız, kanalın başlangıç noktası olan Küçükçekmece Gölü. Burası eskiden İstanbul’un yazlık kamplarının bulunduğu bir sayfiye bölgesiydi. Ünlü Haylayf Plajı buradaydı. Plajların gerisinde bostanlar uzanırdı. Gölün içi balık kaynardı. Eskileri, tülbent kullanarak balık yakalayabildiklerini anlatıyor. Şimdi gölün suları bulanık, kirlenmiş kumsallar terk edilmiş, 1976 öncesinde inşa edilmiş binalar köhnemiş.

Yaklaşık 750 hanenin bulunduğu iç dış kumsal bölgesi, 1976’da SİT alanı ilan edildi ve imar durdu. Koruma amaçlı imar planı çıkmasını bekleyen halk, evine çivi bile çakamadı. Evlerini yenileme umuduyla beklerken yaşlandılar, ölenler oldu. Tamirat yapılamadığından ve yeni ev inşa edilemediğinden genç nüfus gitti. Ardından kentsel dönüşüm gündeme gelince, 2006 Mayıs ayında İç Dış Kumsalı Koruma ve Sivil Toplumu Yaşatma Derneği’ni kurdular. Dernek Başkanı Türker Taşdöğen, “Evlerimizi yerinde yenileyebileceğimiz bir proje hazırlayıp teslim ettik 2014’te bakanlığa. Yabancı yatırımcı bile bulmuştuk, adı Panaromik Dünya’ydı. Ama meğer onların başka planları varmış. Biz deniz kıyısında yaşıyoruz, bizi 48 km ötedeki Başakşehir’e yollayacaklar. Kamulaştırma değil, resen imar hakları transferi uygulayacaklar burada. Göl ile denizin birleşmesi, bu nadir oluşumun yok olması demek. Mimar Sinan Köprüsü’nü geçtikten sonra su altında Roma kalıntıları görünüyor. Onlar da kanal içinde kalacak, belki de inşaat sırasında yok olacak” diyor.

20 kadar mahalleli, bize semtlerini gezdiriyor. Tek tek her köprünün, evin, sokağın, plajın tarihini anlatıyorlar. Çoğu ömrünün tamamını burada geçirmiş, çocuklarını burada büyütmüş. Yaşları birbirine yakın. Bir okul dolusu öğrencinin birlikte mezun olduğunu, büyüdüğünü, evlendiğini, çocuklarını büyüttüğünü ve birlikte yaşlandığını düşünün. Küçükçekmece lagününde yaşayanların hissi bu. Birbirlerinin anılarına sahip çıkıyorlar.

Haluk Kolçetin

Halk ne diyor?

İstanbul’un sütü bu köyden geliyor

Haluk Kolçetin, Yeniköy

“Biz Yeniköy’de üçüncü nesiliz. Dedelerimiz Mübadele ile Selanik’ten gelmişler. Büyüklerimiz taşınacağı söylenen mezarlıkta yatıyor. Kanal İstanbul projesiyle 45-50 dönüm toprağımız gidecek. Hayvanlarımız için yulaf ve arpa ektiğimiz toprağımızın tamamı proje içinde kaldı. Arazim giderse ben de işi bırakmak zorunda kalırım. 20 ineğim var, onlarla geçiniyorum. Günlük 200 litre süt çıkıyor, o süt İstanbul’da tereyağı, peynir, kaymak, yoğurt olarak satılıyor. Bizim köyün İstanbul’a her gün gönderdiği toplam süt miktarı 2-2,5 ton. Sabah kapınıza güğümle süt getiren sütçü bu köylerden alıyor o sütü. Hepimiz şehre gidersek, köyde kimse kalmazsa ne yiyip içeceğiz?”

Bahattin Kurt

"Doğanın verdiği nimet silinecek"

Bahattin Kurt (86), Karaburun

"Doğma büyüme Karaburunluyum. Dedem Rize’den gelmiş. 1977-1999 arası Karaburun muhtarlığı yaptım. 1960-1995 arası balıkçılık  yaptım. Temmuz ve Ağustos aylarında tüm balıklar buraya yumurta bırakır. Kanal gerçekleşirse Karaburun silinir gider. Şahane plajlarımızı tamamen dolduracaklar. Biz yine burada kalırız ama eski güzelliği nereden bulacağız? Yeni bir şehir kurulacaksa tarlalarımızı da elimizden alırlar. Doğanın verdiği nimet kanalla silinecek. Karaburun balıkçılıkla geçinir, balıkçılık kalmayacak. Şu bizim balıkçı barınağımıza Çanakkale’den, Bulancak’tan, Samsun’dan, Trabzon’dan balıkçılar gelir. Sadece İstanbul’u değil tüm Karadeniz’i etkileyecek. Tahsilim ilkokul 5, bilim insanları ne derse o ama Kanal İstanbul gerçekleşirse Karaburun yok olacak. Reisicumhurumuz ‘Siz ne yaparsanız yapın bu kanal yapılacak’ diyor. Kanalın bize getireceği bir şey yok, alıp götüreceği çok.”

Tuncay Tuna

"Referandum yapılsın"

Tuncay Tuna (58), Karaburun

"İtfaiyeden emekliyim ben. Kanal açılırsa yabancılar gelip verecek dolarları, vatanımızı terk etmek zorunda kalacağız. Biz muhaciriz, artık ben de Babakale’den feribota binip Yunanistan’a geçerim, gidecek bir yerim yok ki. Kanal inşaatı başlarsa burada kamyonlar çalışmaya başlayacak, toz toprak içinde kalacağız. Havalimanı inşaatı zamanında gördük. Çok kazalar oldu, ben itfaiyeciydim o zaman. Hayvancılık yapanlar yapamayacak. Burada her gün tonlarca dinamit patlarken ne İstanbul’dan hafta sonu turist gelir ne balık kalır. En iyisi referandum yapmak.”

Ahmet Akyüz

"İsteyenler inat için istiyor bence”

Ahmet Akyüz (61), Karaburun

"Bence bu kanalı isteyenler inat için istiyor. Çevreye ne felaket getirecek diye sorsan anlatamazlar. Ben 45 yıldır bu köydeyim. Havalimanı için kestikleri ağaçlar yüzünden buranın iklimi değişti. Sis pus olmazdı, orman havanın nemini emerdi. Şimdi sis de var, pus da var. Kanal açılınca bizi burada tutmazlar. Buraları imara açacaklar. Hiçbir şey yapamazlarsa ‘Alın paranızı, defolun gidin’ diyecekler. Benim burada toprağım ve hayvanım var. Toprağımızı kendi hayvanımızı besleyecek şekilde ekip biçiyoruz. Rahmetli babam ‘Ahırda bir ineğin, evin altında beş tavuğun, ekecek toprağın varsa aç kalmazsın’ derdi. Topraklarımızı bana vasiyet etti. Mezarı bile arazimizin içindedir."

Tekin Viçe

"Önümüzden 50 metre su aksa ne şiirler yazılır”

Tekin Viçe (62), Karaburun

"Ben düşündüm ve her iki tarafı da mutlu edecek bir fikir buldum. Kanal inşaatından çıkan toprağı denize dökmek yerine onunla Terkos Gölü’nün  hacmini yükseltebiliriz. Gölün etrafını iki metre yükseltebiliriz, bu da İstanbul suyu için büyük bir hacim oluşturur. Burada su bir metrenin altına düştüğünde denizden göle tonlarca deniz suyu verildi, kimse fark etmedi. O yüzden kanaldan sızacak tuzlu suyu da kimse fark etmez. Akıllı şehir hepimiz istiyoruz. Her şey insan için, orman da insan için. Ağaçlar telafi edilir. İnşaatlarda insanlar hep ölüyor, o zaman trafiği kapatalım, her gün yüzlerce kişi ölüyor trafikte. Atatürk Barajı için de kaç köy taşındı. 50 metre su aksa önümüzden ne şiirler yazılır, güzel olmaz mı? Buna siyasi olarak bakmayalım. Ben şucu bucu değilim. Ekonomiyi toparlayanın, faizi düşürenin elinden öperim. Kanalı yapacak paramız olduğunu düşünmüyorum ama mesela Çin yaparım derse verelim yapsın.”

Ahmet Dalmaz

"Gölde kerevit kalmadı”

Ahmet Dalmaz (60), Durusu

(Gölün kıyısında dolaşırken) “İnsanlara anlatıyorum, inanmıyorlar. Bizim çocukluğumuzda burada geyikler vardı. At gibi... Karacalar vardı... Her çeşit balık vardı. Tatlısu kerevitleri kıyıya çıkıp dolaşırdı, o kadar çoktu. Şimdi kanaldan tuzlu su karışırsa bir zararı olmaz diyenler var. 1990’larda bir yaz yağmur olmayınca gölün seviyesi bir metrenin altına kadar düşmüştü. O sene denizden su basıldı göle. Ondan sonra yayın balığının, kerevitin kökü kurudu. Şimdi gölde sadece turna ile birkaç küçük balık çeşidi kaldı. Bir de kanal Terkos Gölü’ne 500 metreden geçecek deniyor ama su toplama kanallarından birine sıfır geçiyor. Gölde su seviyesi arttığında büyüklüğü de artıyor. Bu köyün geçim kaynakları bezelye, fasulye, mandacılık ve balıkçılık. Havaalanı mandacılığı bitirdi, gölde de balık kalmadı.”

Zehra Dalmaz

"İki aile evsiz kalacağız"

Zehra Dalmaz (56), Durusu

"Durusu’ya 5 yaşında Urfa’dan geldim. 20 yıldır kuaförlük yapıyorum. Evimiz kanal proje alanında kalıyor. Ya kanalın içinde kalacak ya kıyısında. Kanal içinde kalmasa bile bize kanal manzarası seyrettirecek değiller. Zenginlere verecekler. Evde iki aile yaşıyor. İstimlak ederken bize verecekleri parayla iki ev satın alabileceğimizi hiç sanmıyorum. Bir de zaten arsa değeri verecekler, evime yaptığım yatırım sayılmıyor. Biz ayağımızın toprağa değmesine alışığız, apartmanlarda yaşayamayız. Geceleri uykum kaçıyor, ne yaparız nereye gideriz diye düşünmekten. Ne güzel yaşayıp gidiyorduk, bunlar nereden çıktı? 2011’de proje ilk duyurulduğunda ciddiye almadık. Havaalanını da ciddiye almamıştık, yapıldı sonuçta. Havaalanı yapılırken yediğimiz tozun toprağın haddi hesabı yok. Bahçelerimize kirpiler, tilkiler, domuzlar kaçtı hep. Hayvanların yaşam alanı kayboldu. Bu sene Terkos’a hiç leylek gelmedi, görmedik. Gölde mekeler yok. Bahçemde incir, ceviz ağaçları var, bu sene meyve vermedi. Uçaklar iniş-kalkışta çok gaz salınımı yapıyormuş, ondan oldu sanırım. Dünyada su savaşları yapılıyor, Avustralya’da develeri öldürüyorlar su yetmiyor diye, biz su kaynaklarını yok ediyoruz.”

Mehmet Yıldırım

"Başka göl arayacağım"

Mehmet Yıldırım (72), Eski Şamlar Köyü

"Sazlıgöl’de balıkçılık yaparak geçiniyorum, küçük bir sandalım var. Haftada bir balığa çıkar, ne tutarsam onun parasıyla geçinirim. Kanal yapılırsa göl kalmayacak. O zaman buradan giderim, bana göl mü yok! Buraya da yıllar evvel köyüm baraj gölü altında kalınca Samsun’dan gelmiştim. Kanal yapılırsa bu köy de kalmaz zaten, bizi burada barındırmazlar. Bir tek köyün camii kalır, 1800’lerden kalma tarihi eser çünkü."

Ramazan Şanlı

"Bütün psikolojimiz bozuldu"

Ramazan Şanlı (68), Küçükçekmece

"Biz yüzmeyi buranın deresinde öğrendik. 62 senedir burada yaşıyorum. Çocukluğum, gençliğim, yaşlılığım... Çocuklarım burada büyüdü. Mahalle kültürüm, komşularım... Nereye gönderebilirler beni? Hakkımızı sonuna kadar arayacağız. Bütün psikolojimiz bozuldu.”

 

"Mahalle kültürünü yok edecekler"

Türker Taşdoğen (60), Küçükçekmece

"Ailem Osmanlı döneminden bu yana Küçükçekmece’de. Kanal yapılırsa evimizin de bulunduğu arazi içinde kalacak. Cumhurbaşkanı mahalle kültürünün yok olmasından bahsediyor ama burada hâlâ bir mahalle kültürü var ve onu yok edecekler. Süreç içinde zaten çöküntü alanına dönüştürdüler burayı. Depolama alanları, hurdalıklar, dev nalburlar açıldı. İnsanlar mülkünü kiraya verip gitti. Atıklarımız hâlâ foseptiğe gidiyor.”

Ayten Celali

"Bu yaştan sonra nereye giderim"

Ayten Celali (80), Küçükçekmece

“Benim babam burada balıkçıydı, biz de denize girmeye gelirdik. 60 yaşıma kadar çalıştım, terzilik yaparak çocuklarımı büyüttüm. Sonra da tüm birikimimle buradaki evimi aldım ve emeklilik günlerimi geçirmeye geldim. Şimdi onu benim elimden almaya kalkıyorlar. Bu bir sürgün. Bu yaştan sonra bana gösterilen yere gidip nasıl yaşarım? Yapılmış bir bina bile göstermiyorlar bize. Başakşehir’de size arsa vereceğiz, oraya evlerinizi yaparsınız diyorlar. Hangi parayla yapacağım ve ömrüm nasıl yetecek buna? Kendimi sakin tutmaya çalışıyorum ama çok moral bozucu.”

"Evimizle birlikte gelirimizi de kaybedeceğiz”

Nadire Kıymetlioğlu (60), Küçükçekmece

"1980 yılından bu yana burada yaşıyorum. Yazlık kiralayıp bir aylığına gelmiştik, bir daha dönmedik. Dokuz dairemiz var. Sadece evimizi değil, kiradaki evlerimizin gelirini de kaybedeceğiz.”

Oktay Teke

"Bir devlet görevlisinden bile cevap alamadım"

Oktay Teke (45), Sazlıdere Muhtarı

"Bizi zaten Sazlıdere Barajı bitirdi. Barajdan evvel hayvancılık, çiftçilik yapardık. Topraklarımız yok pahasına gitti o zaman, beş bin dönüm toprak baraj altında kaldı. 1995’te metrekaresine 40 kuruş verdiler, bir paket sigara 1 liraydı. Bu köyün adı üzerinde, her yere saman gönderirdik, şimdi dışarıdan getiriyoruz. Kanal yapılırsa ne olacağını öğrenmek için her yere başvurdum, bir tane devlet görevlisi bir şey demiyor. 2014’te BİMER’e yazdım, sordum. Dilekçem hâlâ dolaşıp duruyor, bir cevap gelmedi. Ben bu köylüden sorumluyum, onlara cevap veremiyorum. Bir şey öğrenemediğim için karşı mı çıkayım, kabul mü edeyim bilmiyorum. Ortada kaldık."

Belgeler ne diyor?

Onaylanan Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) Raporu’nu okuyunca projenin çevre ve toplum üzerindeki etkilerini görmek mümkün. Rapordan bazı bölümleri derledik.

Sayfa 197

Tespit edilen kuş türlerinden bazıları proje alanının belli kesimlerini kışlama alanı, belli kesimlerini üreme alanı ve konaklama alanı olarak kullanmaktadır. Proje faaliyetinin kuşlar üzerine olacak en büyük etkisinin habitat kaybı olacağı düşünülmektedir...

...Baklalı, Boyalık, Dursunköy civarında bulunan tarım arazileri göç sırasında yorgun düşen ya da olumsuz hava şartları nedeniyle devam edemeyecek olan başta leylekler olmak üzere göçmen kuşlar için yaşamsal önemdedir...

...Küçükçekmece Gölü Altınşehir bölgesi üreyen 2 tür için önemlidir. Bunun nedeni de bu 2 türün proje alanına en yakın ürediği noktalar Gala Gölü Millî Parkı’dır. Projenin hayata geçmesi ile birlikte bu alanlar kaybedilecektir. Yukarıda önerilen şekilde, Küçükçekmece Gölü’nün batı kıyısının mevcut haliyle muhafaza edilmesi bu türler için habitatlarının korunmasını sağlayacaktır.

Sayfa 200

Günümüz koşulları dikkate alındığında; söz konusu miktardaki malzemenin çevreye zarar vermeden ve hatta artı değer yaratarak bertaraf edilmesi ancak kanala yakın kesimlerde kıyı dolgusu yapılarak mümkün olacaktır. Bu nedenle, kanalın Karadeniz giriş ağzının her iki yanında kıyı dolguları yapılarak kazı malzemesinin bertaraf edilmesi planlanmıştır.

Sayfa 343

Enerji, patlatma kaynağından uzaklaşarak sönümleninceye kadar uzun bir mesafe kat edecektir. Bu zaman sürecinde, kaya yapılarında ve binalarda hasarlara ve yerleşim yeri sakinlerinin tedirgin olmasına neden olabilmektedir...

Sayfa 940

Yapılan saha çalışmalarında kanal boyunca mevcut yaşam alanlarında endemik ve tehdit altında olan 13 endemik ve 16 endemik olmadığı halde nadir bitki türü tespit edilmiştir.

Sayfa 939

Küçükçekmece Gölü etrafındaki sulak ve bataklık alanlar, özellikle içerdiği BERN Sözleşmesi Ek Liste I’de yer alan Amsonia orientalis popülasyonları nedeniyle önemlidir. Amsonia orientalis ülkemizde 6 kayıttan bilinen nesli tehlike altında olan bir türdür.

Sayfa 1117

Avrupa yersincabı Küçükçekmece Gölü’nün kuzeyinden itibaren Sazlıdere Barajı’nın doğu ve batı kenarlarındaki uygun habitatlarda yayılış göstermektedir. Bu türün yaşam alanları ekilmeyen tarım arazileri ve sürülmemiş step alanlardır.
Yakın zamanda, yayılış alanı içerisindeki birey sayılarında düşme olması ile nesli tehlike altındaki türlerden biri olarak değerlendirilmeye başlanmıştır.

Ek 36 sayfa 437

Arnavutköy’e bağlı Baklalı, Balaban, Boyalık, Hacımaşlı, Karaburun, Tayakadın, Yassıören ve Yeniköy olmak üzere toplam 8 tane köy bulunmaktadır ve bu köylerin neredeyse tamamı Kanal İstanbul Projesinin etki alanında kalmaktadır. Söz konusu köyler 6360 sayılı kanunla mahalleye dönüştürülerek şehre dâhil edilse de hali hazırda Türk köy tipinin belirgin özelliklerini muhafaza etmektedirler.

Ek 36 sayfa 437

Karaburun’da teknesi olmasa da geçimini balıkçılıktan sağlayan hane sayısı nüfusun yarısından fazladır. Her teknede en az 3 tayfa çalıştığı, bu tayfaların farklı hanelerden olduğu ve en az 300 hanenin bu şekilde geçimini balıkçılıktan sağladığı öğrenilmiştir.

Ek 36 sayfa 486

Eğitim seviyesi arttıkça Proje hakkında fikir sahibi olma oranı yükselmekte ve projeye destek oranı azalmaktadır.

Ek 36 sayfa 533

Patlatma çalışmaları gibi yakın yerleşim yerlerinde hem endişe ve paniğe hem de cam ve duvarların çatlaması, kırılması gibi olumsuz durumlara neden olacak Proje faaliyetlerinden önce, yine planlara uygun olarak bilgilendirme yapılmalı, vatandaşın kendi güvenliği için gerekli önlemleri alması sağlanmalıdır.

Şamlar Köyü

DSİ 14. Bölge Müdürlüğü’nün kanal ile ilgili ÇED görüşü

Sazlıdere Barajı ve Terkos Gölü’nün su potansiyeli tehlike altına girer ve içme suyu sorunları yaratır.

Marmara havzasının su potansiyeli ciddi tehlike altına girebilir.

Özellikle yeraltı suları çalışmalar esnasında zarar görebilir, yeraltı suyuna deniz suyu karışabilir.

Hâlihazırdaki nüfus ve su potansiyelleri yetersizken, kanalın etrafında kurulması planlanan yeni yerleşim yeri içme suyu ihtiyacını daha da arttırır ve Avrupa yakası su kaynakları üzerindeki baskı artar.

DSİ’nin içme suyu ihtiyacını nüfus projeksiyonlarına göre yaptığı, şu anki nüfus trendi ve su akım trendi göz önüne alındığında Melen suyu bile yetersiz kalabilir.

Şu anki hesap ve planlamalara Sazlıdere, Terkos ve Melen suyu dâhil edilmekte, buna rağmen kuraklık olması durumunda 2040’tan sonra kaynakların yetmeyebileceği düşünülmektedir.

Hâlihazırda İstanbul nüfusunun %65’i Avrupa yakasında yaşarken, su kaynaklarının sadece %35’i bu yakada bulunmaktadır ve bu nüfusun su ihtiyacı Sazlıdere, Terkos, Alibeyköy ve Büyükçekmece barajlarından karşılanmaktadır.

Su kaynaklarını olumsuz etkileyeceği için Kanal İstanbul Projesi olumlu olmayacaktır.

Küçükçekmece Gölü kirliliği nedeniyle artık içme suyu kaynağı olarak kullanılamıyor olsa da, gözden çıkarmak yerine kazanılması gereken çok önemli bir sulak alandır.

Terkos Gölü

İBB Rakamlarıyla Kanal İstanbul

Uzunluğu: 45 kilometre

Derinliği: 20,75 metre

Genişliği (en dar): 275 metre

Kanalın ömrü: 100 yıl

Proje sırasında sera gazı salınımı: 1,75 milyon ton

Toplam dolgu alanı: 54,6 milyon metrekare

Etkilenecek ilçe sayısı: 6

Orman köyü niteliğini kaybedecek köy sayısı: 8

Tarım fonksiyonunu yitirecek köy-mahalle sayısı: 36

Akış rejimi değişecek dere sayısı: 13

Yok olacak ormanlık alan: 23 milyon metrekare

Yok olacak tarım alanı: 136 milyon metrekare

Taşınacak mezarlık sayısı: 11

Etkilenecek SİT alanı: 17 milyon metrekare

Proje için açılacak taş ocağı sayısı: 6

İnşaat için yapılacak yıllık patlatma sayısı: 360

Uzmanlar ne diyor?

Prof. Dr. Turgut Tarhanlı

Prof. Dr. Turgut Tarhanlı:

"Türkiye’nin, Montrö Sözleşmesi kapsamında Boğazlar’dan geçmek isteyen gemileri kanala yönlendirme yetkisi yok."

Montrö Sözleşmesi’nin Türkiye için önemini ve de açıklayabilir misiniz?

Öncelikle belirtmek gerekir ki, Montrö Boğazlar Sözleşmesi 1930’ların ortalarındaki dünya ortamında baş gösteren
ciddi güvenlik tehditlerini dikkate alarak, Türkiye’nin, ülkesi üzerindeki egemenliğini, Lozan Barış Antlaşması ve Lozan Boğazlar Sözleşmesi’ndeki sınırlamaların kalkmasını sağlayarak yeniden tam olarak kurduğu bir sözleşmedir. Bundan kastım, öncelikle Karadeniz ve Ege Denizi arasındaki deniz ulaşımının yapıldığı coğrafi bölgenin kıyılarının Türkiye aleyhine askersizleştirilmesi ve silahsızlandırılması rejimine son verilmesi ve bu bölgelerin yeniden ve tam olarak, Türkiye’nin egemenliği altına alınmasıdır.

Sözleşme ile Boğazlar’dan dört farklı geçiş rejimi düzenlenmiştir: “Barış” zamanı; Türkiye’nin tarafı olmadığı bir “savaş” zamanı; Türkiye’nin tarafı olduğu bir “savaş” zamanı; Türkiye’nin, kendisini pek yakın bir savaş tehlikesi tehdidine maruz telâkki etmesi hâli. Sözleşme sadece Türkiye bakımından değil, fakat Karadeniz’e kıyısı olan devletler bakımından da bu deniz yolu kullanılarak yapılacak geçiş konusunda ince bir “Denge Rejimi”nin kurulduğunu ortaya koyar.

Montrö, savaş ve barış zamanlarında ticari gemilerin ve savaş gemilerinin Boğazlar’ı kullanma hakkını düzenliyor. Kanal İstanbul Çalıştayı’nda dinlediğim farklı uzmanlar ÇED Raporu’nda örnek gemi olarak kullanılan Süveyş tipi ticari gemilerinin kanaldan geçmesinin ebatları nedeniyle zor, hatta imkânsız olduğunu anlattılar. Diyelim ki kanal yapıldı ve buradan savaş gemisi geçirmek isteyen ama Karadeniz’e kıyısı olmayan ülkeler ortaya çıktı. Bu durum ne gibi olasılıklar ortaya çıkarır?

Karadeniz’e kıyısı olmayan gemilerin savaş gemilerini kanaldan geçirmeleri eylemi, güney-kuzey hattında söz konusu olabilir. Bu durumda, son ha aların bazı tartışma ayrıntılarına da dikkat çekmek gerekebilir. Şöyle: Eğer tartışma konusu kanal, Marmara Denizi ile Karadeniz arasında bir ulaşım hattı oluşturacaksa, o savaş gemilerinin ilkin Çanakkale Boğazı’ndan geçmeleri gerekir. Bu geçişin Montrö’ye tabi bir geçiş olması beklense de, buna itiraz edecek olan bayrak devletleriyle Türkiye arasında hiç yoktan bir uyuşmazlık konusu haline gelebilir. Öte yandan, son ha alarda tartışıldığı gibi, Marmara Denizi’nden Çanakkale Boğazı’na girmeden Saros Körfezi’ne açılacak bir ikinci kanal da dillerde. Bu gerçekleşecek olursa, Montrö geçiş rejimine hiç tabi olmaksızın, Ege Denizi ve Karadeniz arasında bir deniz ulaşımı sorunu ortaya çıkacaktır ki, bu durumda, hiç tartışmasız, Montrö’nün anlamı ve işlevini sorgulama olgusuyla yüz yüze gelinir. Ne için? Meçhul! Denebilir ki, Montrö zaten Karadeniz’de bulunacak yabancı bayraklı savaş gemileri için sınırlandırıcı bir rejim kuruyor ve o Karadeniz’e kıyısı olmayan devletlere ait savaş gemilerinin Karadeniz’deki varlığı gene Montrö’ye tabi olmak zorundadır. Ama işte bu da, bir diğer uyuşmazlığa davet çıkaracak bir başka gelişme olma potansiyeli taşır. 

Peki ya kuzey-güney hattındaki geçişler?

Aynı bağlamda bir tartışma ya da bunun doğuracağı bir uyuşmazlık kuzey-güney hattında yapılan ve üstelik Montrö’ye taraf olan devletlerce gerçekleştirilirse (mesela Rusya Federasyonu) ve buna yönelik tepkiler, o tepkilere Türkiye’yi muhatap kılacağı için ülkemizin yeni bir uyuşmazlık ve sorunla karşı karşıya kalması işten bile değildir, ki bunun örnekleri var. Diğer bir deyişle, büyük güçler arasındaki stratejik bir rekabetin uygulama ve çekişme sahasının Türkiye üzerinden gelişeceği bir potansiyel sorundan söz ediyorum ve bunu tehlikeli buluyorum.

Kanalın ortaya çıkaracağı yeni durum, Karadeniz ülkelerine söz hakkı tanıyor mu? Bu ülkeler kendi güvenlikleri ve uluslararası reji bakımından itiraz hakkına sahip olabilir mi?

Bu olabilir de, olmayabilir de. Eğer bu yönde itirazlar ortaya çıkacak olursa, bunun, Türkiye ve o devletler arasında (ve muhtemelen büyük güçlerin de gerisinde yer alacağı), bir diğer hukuki uyuşmazlık ve siyasi sorun potansiyeli taşıyan bir konu başlığı oluşturacağını dikkate almak gerekir. Ama bu tartışmada, kendi ülkesi üzerinde böyle bir kanal projesini gerçekleştirme girişimini dile getiren devlet Türkiye olduğuna göre, Türkiye yönetiminin bu olasılıkları dikkate alması yönünde yapılacak girişimlerin daha önemli olduğu kanısındayım.

Kanal açılırsa yeni bir uluslararası antlaşma yapılması gereği ortaya çıkar mı, Montrö kanal için de geçerli olur mu?

Çok yüksek sesle dile getirilmese de, Montrö Sözleşmesi’nin düzenlediği geçiş rejiminin kanal için de uygulanabileceği yönünde bazı görüşler ortaya atılıyor. Ancak bu, hukuk bilgisinden yoksun bir görüş. Zira Montrö Sözleşmesi’nin hangi coğrafi alanda ve nasıl uygulanması gerektiğine dair hukuki çerçeve bu sözleşme metninde açıkça ve ad zikredilerek belirtilmiştir. Bunu bir başka alana genişletme iradesi, sözleşmenin tüm taraflarını ilgilendiren bir konudur ve sözleşmenin değiştirilmesi anlamına gelir. Türkiye, hukuken, buna tek başına karar veremez. Montrö Sözleşmesi’nin, daha önce temas ettiğim o “Denge Rejimi”nin de masaya yatırılması anlamına gelebilecek böyle bir girişimin çok gereksiz olduğu kadar, bugünkü dünya konjonktürü bakımından, özellikle Türkiye bakımından büyük sakıncalarının da olabileceği düşüncesindeyim.

Kanal projesini savunan kanattan duyulan baskın gerekçe Boğaziçi’ni güven altına almak. Bunu gerçekçi buluyor musunuz?

Hayır, bulmuyorum. Çünkü Türkiye’nin, Montrö Sözleşmesi’ne tabi olarak Boğazlar’dan geçiş yapmak isteyen gemilerin söz konusu Kanal’a yönlendirilmesi gibi bir yetkisi yoktur. Diğer bir deyişle, ticaret ya da savaş gemileri olsun, Boğazlar’daki herhangi bir limana uğramaksızın geçmek isteyen gemilerin bu geçişinin önlenmesi, sözleşmede açıkça tanınan “geçiş serbestisi kuralı” karşısında imkânsızdır. O halde, asıl sorunun, ticaret gemilerinden çok, Montrö ile sınırlı bir geçiş rejimine tabi kılınmış “savaş gemileri” konusunda ortaya çıkacağı açıktır. Zira zorlama olmasa bile, Kanal’dan geçişi tercih eden ve böylece Montrö Sözleşmesi dışında bir düzene tâbi olmaya yönelen savaş gemilerinin olması, ki bu durum Karadeniz’e kıyısı olan ya da olmayan devletler bakımından da söz konusu olabilir, gene açıkça bir uyuşmazlık doğurma potansiyeli taşır. Türkiye’nin her iki kategori gemiler bakımından Kanal’a ya da Boğazlar’a yönelik bir “geçiş zorlaması”nda bulunması ise, uluslararası deniz hukuku bakımından bir hukukî uyuşmazlığın doğması anlamına gelir; üstelik hiç gereksiz ve yoktan yaratılmış bir nedenle ortaya çıkan bir uyuşmazlık!

1994 yılından beri, Türkiye hükümetlerinin kabul ettiği farklı hukukî düzenlemeler sayesinde, Boğazlar’daki deniz ulaşımının emin bir şekilde gerçekleştirilmesi ve yönetilmesi amacıyla kurulan “Deniz Trafik Düzeni”nin daha da geliştirilerek uygulanmasını Montrö Sözleşmesi’nden sonraki dönem bakımından önemli ve kayda değer bir gelişme olarak değerlendiriyorum. Zira Soğuk Savaş’ın sona erdiği 1990 yılından sonra, eski Sovyetler Birliği’ne dahil cumhuriyetlerin kendi doğal kaynaklarını uluslararası piyasalara ulaştırma konusunda özellikle deniz ulaşımını tercih etmeleri nedeniyle ortaya çıkan trafik yoğunluğu ve bunun, 1990’lı yıllarda, özellikle Türkiye ve Rusya Federasyonu arasında oluşturduğu gerilim hatırlardadır sanırım. Türkiye, Montrö Sözleşmesi’nin hazırlık çalışmalarından ve metninden destek alarak, geçişe dair Boğaz devleti yetkileri dairesinde, bu ulusal düzenlemeleri gerçekleştirmiş ve Boğazlar’da kurduğu “Deniz Trafik Düzeni”nin başarıyla uygulanmasını sağlamaktadır. Açıkçası, bütün bu olumsuzluklar ve uyuşmazlık ihtimalleri karşısında, bir kanal projesine girişilmesi, diğer olumsuz ve ağır yan etkilerinin yanı sıra, “geçiş” ile ilgili olarak da, fuzuli ve gerçeklerden uzak bir politikadır

Prof. Dr. Murat Güvenç

Prof. Dr. Murat Güvenç:

"Bir İstanbullu olarak süreci çaresizlik duygusuyla izliyorum."

Yıllardır İstanbul üzerine araştırmalar yapan bir bilim insanı olarak bu proje hakkında ne düşünüyorsunuz?

Proje hakkında çok kapsamlı değerlendirmeler yapıldı. TV’de uzun oturumlar düzenlendi. Bir dizi önemli sakıncasına değinildi. Herhangi bir etkisi olduğuna tanık olmadım. Konu hakkında yapacağım değerlendirmenin herhangi bir etkisi olacağı kanısında değilim. Londra’da Heathrow Havalimanı’nın üçüncü pisti, Berlin Havaalanı gibi projelerden çok daha büyük bir proje olmasına rağmen o projelerden çok daha az tartışıldı. Yapılmasın diyenlerin ekoloji, teknik, tarih, sürdürülebilirlik açısından çok paylaştığım önemli ve ikna edici gerekçeleri var. Boğaz’da gemi trafiğinin yarattığı riskler değerlendirme dışı tutulursa, projeye acilen başlamayı gerektirecek bir karşı argümana rastlamadım. Kaldı ki, Boğaz trafiği hakkındaki düzenlemelerin çok etkili olduğu, kaza risklerinin kayda değer düzeyde azaldığı anlaşılıyor. Deprem çok daha büyük bir risk ancak siyasi önceliğinin kanal kadar yüksek olmadığı izlenebiliyor. Bir İstanbullu olarak süreci çaresizlik duygusuyla izlerken, Türkiye, Gayrimenkul Değer Artış Vergisi’nin çok sıkı uygulanıp izlendiği bir ülke olsa bu olur muydu diye düşünmekten kendimi alamıyorum.

Bölgede nüfusun ÇED Raporu’nda 500 bin artacağı iddia ediliyor? Katılır mısınız? Nerelerden göç alması beklenir?

Kanal inşaatının kayda değer bir istihdam talebi yaratacağı açık. Kazı, taşımacılık, dolgu gibi inşaat işlerinde çalışacakların İstanbul’un sıkı göç bağlarıyla ilişkili olduğu Karadeniz ve Güneydoğu illerinden gelmesi beklenir. Suriyeli misafirlerimiz de projede çalışma olanağı bulabilirler. Ancak proje için gelenlerin ne kadarı kentte kalır ne kadarı geri döner bunu hesaplamak zor. Bu sorunun yanıtı da projenin yaratacağı temel istihdamla ilgili. Çünkü Kanal Projesi kentsel bölge dinamikleri dikkate alınmadan bir mevzi plan, bir mega proje yaklaşımıyla tasarlanmış.

Kanal ve çevresinde yeni şehir yapılırsa İstanbul’daki büyüme hangi yönde olur?

Bu yeni konut alanları, günümüzde kentin farklı kesimlerinde yaşayan hane halklarını kanala yakın bölgelerde oturmaya teşvik eder mi? Yanıtlamak zor. “Kanaldan geçen gemi manzaralı ev” fikri doğrusu benim için çok heyecan verici değil. Ancak benim ne düşündüğümün hiç önemi yok. Sıkı bir pazarlama kampanyasıyla binlerce hanenin kolayca seferber edilerek kanalın doğu ve batı yakalarına yerleşmeye ikna edilebileceğine eminim. Kanalın halen Doğu Marmara koridorundan görece daha yavaş gelişen batı aksının gelişme sürecini hızlandırabileceği kanısındayım.

İstanbul’un üçe bölünmesi ve bu parçalardan birinin bir ada olması şehir merkezi denilen kavramda nasıl sapmalar yaratır?

Şu anda İstanbul’da daha önce yaşanmamış bir mekânsal yeniden yapılanma yaşanıyor. Bu süreçte Marmara bölgesi tek merkezli bir metropolitan yapıdan çok merkezli bir kentsel bölgeye dönüşüyor. Şayet gerçekleşirse Kanal İstanbul bu dönüşüm sürecinde kayda değer etki yapabilir. Ne var ki, ne bu etkininin yönünü ne de kapsayacağı alanı belirlemek için ciddi planlama çalışmaları yapmadan söylenecekler yanlış yönlendirici olur.

Kanal boyunda inşa edilecek yerleşim bölgesinin çok prestijli olacağı öngörülüyor. Siz bu öngörüye katılır mısınız? Orada yaratılacak “yeni şehir”in geleceği ne olur?

İstanbul çevresinde yeni konut alanlarının neye benzeyeceği konusunda kamuoyu ile paylaşılmış fazla bilgi yok. Prestijle kastedilen toplumsal kimlik, sosyal bileşim gibi kavramlara işaret ediyorsa, bunun zaman içerisinde yavaş yavaş oluştuğunu, planlama kararlarıyla veya müdahalelerle şekillendirilemediğini teslim etmek gerek.

Daha önce “Artık pek çok gelişmiş ülkede hükümetlerin bekası, şehirsel alana nasıl müdahale ettiklerine, verdikleri imar kararlarına çok bağlı” demiştiniz. Güvenlik gerekçesi öne çıkarılan Kanal İstanbul bu saptamanızın bir örneği kabul edilebilir mi?

Günümüzde oy davranışının iktisadi göstergelerle doğrudan ilişkili olduğu, geniş kitlelere istihdam olanağı sağlayabilen parti ve yöneticilerin yeniden seçilme şanslarının yükseldiği biliniyor. Artık hakikat sonrası dönemdeyiz. Geniş kitlenin hakikat olarak değerlendirdikleri, fiilen hakikatin kendisi oluyor. Bu nedenle, büyük projeler konusunun kamuoyuna hangi biçimde, nasıl takdim edildiği önem taşıyor. Kamuoyunun algısı en az gerekçeler kadar önemli. 

Doç. Dr. Pelin Pınar Giritlioğlu

Doç. Dr. Pelin Pınar Giritlioğlu (TMMOB Şehir Plancıları Odası Yönetim Kurulu Üyesi)

“Kırsalını yok eden bir şehrin sürdürülebilir olması mümkün değil”

“İstanbul’un üst ölçekli Çevre Düzeni Planı, 2009 yılında onanmıştı. Bu plan, kuzeyi baskılayan nüfus ve yapılaşmayı reddederek, kuzey ormanlarını, tarım ve mera alanlarını, su havzalarını, kıyı alanlarını, hassas ekosistemleri, yaban yaşamını koruma altına almayı hedeflemekteydi. Kanal İstanbul projesini konu alan imar planı değişikliği ise, bu planın tam tersi ilkeler içeriyor. Üst ölçekli planda İstanbul’un nüfusu 16 milyon olarak hesaplanmıştır. Proje alanının büyüklüğü ve içerdiği kullanımlar dikkate alındığında, alanda yaşayacak nüfus, kullanıcı ve ziyaretçiler ile birlikte nüfusun yaklaşık 2 milyon civarında olacağı tahmin ediliyor. İstanbul’un daha bugünden nüfusu 20 milyona yaklaşmış durumda. Nüfusun bu derece aşkın olması, kentsel hizmetin niteliğini, maliyetini ve buna bağlı olarak yaşam kalitesini etkilemesi kaçınılmaz. Konut talebinin artması, başta suya erişim olmak üzere doğal kaynakların nüfusa yetemez hale gelmesi, ekosistem üzerindeki baskıların artması, iklim krizleri gibi birçok farklı etki ortaya çıkacak. İstanbul daha bugünden kırsal alanlarının büyük bir kısmını yok etmiş ve başka illerin sınırlarına dayanmış durumda. Kırsalını yok eden bir şehrin sürdürülebilir olması mümkün değil. Su havzalarının yok olması, tarım topraklarının kaybedilmesi, hayvancılığın tükenmesi, bir kentin dışa bağımlı hale gelmesi anlamına gelir.”

Yıldırım Güngör

Yıldırım Güngör (Jeoloji Mühendisi)

“Prehistorya çalışan herkes Yarımburgaz’ı bilir”

“Birkaç mağaradan oluşan Yarımburgaz mağara sistemi, Küçükçekmece Gölü’nün yaklaşık 1,5 kilometre kuzeyindeki vadinin doğu yamacında yer alıyor. İlk oluşumu doğal ama daha sonra içinde yaşayan insanlar tarafından da şekillendirilmiş. Alt paleolitik çağa ve Bizans dönemine ait kalıntıları içermekte. Peki nedir bu mağaraların özelliği? Bu mağaralar günümüzden yaklaşık 400 bin yıl önce Afrika’dan yola çıkarak Anadolu’dan geçen bir insan türünün uğradığı bir yer. Dünyaca önemli hale gelmesini İstanbul Üniversitesi öğretim üyeleri Mehmet Özdoğan ve Güven Arsebük tarafından 1960’lardan itibaren yapılan çalışmalar sağladı. Burada birtakım hayvanlar ile insan kemiklerine rastlandı. Prehistorya çalışan herkesin bildiği bu mağaralar, insanlık tarihinin geçmişinden önemli bir kesiti kapsıyor. Ancak son yıllarda bazı dizi film çekimlerinin burada yapılması ve lağım sularının mağaraya akması mağaraya çok zarar verdi. Mağarada yaşayan insanların bıraktığı izler ne yazık ki yok artık. Ama mağara bu haliyle bile bir dünya kültür mirası, bir jeolojik mirastır.”

Prof. Dr. Naci Görür

Prof. Dr. Naci Görür (Deprembilimci)

“Kimse kanala muhalefet etmememizi bekleyemez”

“Ben hiçbir siyasi düşüncenin tarafı değilim, bilimsel konuşuyorum. Bu kanalın yapımının tartışılması bile abesle iştigal. Kanal depremi tetiklemez ama deprem kanalı ciddi şekilde etkiler. Bu kanal güney kısımlarında son derece çürük, zayıf, kabarıp şişen, dağılan, yumuşak bir jeolojik yapının üzerinden geçiyor. Kuzeye kadar olabilecek en sorunlu zeminlerden ilerliyor. Öte yandan yeraltı suları bakımından son derece zengin. Kanalın dibi betonla kaplandığında beklenen deprem sırasında bu beton kırılacak. İçindeki deniz suyu toprağa, yeraltı sularına karışacak. Deprem sonrası oluşacak tsunamide Karadeniz’den gelen sular durdurulamayacak. Küçükçekmece’nin kıta sahanlığında, kıta yamacını kesip ana faya gelen canlı faylar tespit ettik. Asıl canavar bu. Burası, beklenen depremden 9 şiddetinde etkilenecek. Bunu hangi mühendislik yapısı tutar bilmiyorum. En çılgın proje, İstanbul’u depreme hazırlamak olmalı.”

Prof. Dr. Murat Türkeş

Prof. Dr. Murat Türkeş (Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi)

“Isı adası oluşur, iklim değişir”

"Bu bölgenin 360 milyon yıllık jeolojik geçmişi var. Coğrafya değişirse her şey değişir, iklim de değişir. Kanal projesi ve İstanbul Havalimanı birlikte 10-15 yıl içinde kentsel ısı adası etkisini şehrin kuzeyine kaydıracak. Örneğin, İstanbul Boğazı’nda gördüğümüz sabah sisleri daha sık ve daha uzun kalacak şehrin üzerinde.”

Durusu'dan Terkos Gölü'nün görünümü

Buraya nasıl geldik?

Ağustos 1990

Proje ilk kez TÜBİTAK’ın Bilim ve Teknik dergisinde yayımlanan bir makalede önerildi.

1994

Bülent Ecevit yerel seçim kampanyasında Karadeniz ile Marmara arasında bir kanal açılmasını gündeme getirdi ancak yaratacağı sorunları dikkate alarak projeyi geri çekti.

6 Ağustos 2008

5793 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun çıkarıldı. Yasayla TOKİ’ye kıyı alanları ile kamu mülkiyetindeki okul alanlarının ve diğer kullanımlara tahsis edilmiş alanların kentsel dönüşüme tabi olmasının önü açıldı.

27 Nisan 2011

Kanal İstanbul, dönemin Başbakanı Erdoğan tarafından kamuoyuna açıklandı. Erdoğan, “İstanbul içinden deniz geçen iki şehre dönüşecek... Kongre, festival, fuar merkezleriyle, spor tesisleriyle, konutlarıyla yeni bir yaşam merkezinin ortaya çıkmasını sağlayacak. İstanbul’un en büyük havalimanını bu bölgede gerçekleştireceğiz” dedi.

4 Temmuz 2011

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı kuruldu.

16 Mayıs 2012

6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun çıkarıldı. Bu yasa, gücün ve yetkinin merkezileşmesinin son adımı oldu. Kentlerin dönüşümüyle ilgili neredeyse tüm yetkiler Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na ve TOKİ’ye aktarıldı.

13 Ağustos 2012

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ‘Rezerv Yapı Alanı’nda yetkili kılındı.

15 Aralık 2012

Avrupa Yakası rezerv yapı alanı sınırları belirlendi.

14 Şubat 2014

Rezerv yapı alanı sınırları revize edildi.

14 Nisan 2014

İmar Kanunu’na ‘Su Yolu’ ibaresi eklendi.

12 Eylül 2014

Haliç’in temizlenmesinde görev almış Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cemal Saydam, Kanal İstanbul projesinin Marmara Denizi’nde ekolojik felakete neden olacağını söyledi.

30 Mayıs 2016

Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nca Rezerv Yapı Alanı’ndaki tarım alanlarının tarım dışı kullanımı uygun görüldü.

14 Temmuz 2017

Kanal İstanbul Proje Hizmetleri Etüdü yapıldı.

11 Aralık 2017

ÇED Raporu hazırlandı, yine aynı ay ÇED Başvurusu iptal edildi.

16 Ocak 2018

Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Ahmet Arslan Kanal İstanbul projesinin güzergâhını açıkladı.

1 Ağustos 2018

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı, TOKİ vd. Kurumlar arasında protokol imzalandı.

14 Ağustos 2018

Çevre Düzeni Planları Bakanlığa iletildi.

27 Ağustos 2018

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ÇED sürecini yeniden başlattı.

29 Ekim 2018

Yapımında 52 işçinin hayatını kaybettiği İstanbul Havalimanı açıldı.

10 Aralık 2018

Mera Kanunu’nda değişiklikle; rezerv yapı alanı içerisinde orta mallarının vasıfları, TOKİ adına tescil edildi.

18 Aralık 2018

1. Etap 1/5000 ölçekli Nazım İmar Planı Bakanlığa iletildi.

16 Ocak 2019

Rezerv Yapı Alanına son hali verildi.

21 Aralık 2019

Cumhurbaşkanı Erdoğan İstanbul Kongre Merkezi’nde düzenlenen Hizmet İhracatçıları Buluşması’nda, “İnşallah önümüzdeki ha alarda ihaleyi yapıyoruz ve Kanal İstanbul’a başlıyoruz. CHP ne yaparsa yapsın biz bunu yapacağız” dedi.

23 Aralık 2019

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı İmamoğlu, Çevre Bakanlığı İşbirliği Protokolü’nden çekildiklerini açıkladı.

23 Aralık 2019

ÇED Raporu yayımlandı. On binlerce itiraz dilekçesi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na sunuldu.

23 Aralık 2019

İstanbul İli Avrupa Yakası Rezerv Yapı Alanı 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planı Değişikliği onaylandı.

27 Aralık 2019

Gazeteci Murat Yetkin’e konuşan Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Aleksey Erkhov, Kanal İstanbul projesinin Karadeniz’deki hukuk rejimini belirleyen Montreux (Montrö) anlaşmasını değiştirmeyeceğini, değiştirmediği müddetçe de Türkiye’nin kendi meselesi olduğunu söyledi.

30 Aralık 2019

Plan Değişikliği 30 gün süreyle askıya çıkarıldı.

30 Aralık 2019

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, Kanal İstanbul projesinin ÇED Raporu’na itiraz dilekçesini sunarken “Kanal İstanbul benim uykularımı kaçırıyor” dedi.

6 Ocak 2020

İBB Sözcüsü Murat Ongun, Arapça “İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kanal İstanbul’dan çekildi” tweeti attı.

7 Ocak 2020

Katarlı medya patronu Abdullah bin Ahmed el Haşimi, Ongun’a Türkçe olarak “Yine kanal etrafında arsa almaya devam edeceğiz” tweet’iyle yanıt verdi.

10 Ocak 2020

İstanbul’da konuyla ilgili bilim insanlarının ve halkın katılımıyla Kanal İstanbul Çalıştayı düzenlendi.

17 Ocak 2020

Kanal İstanbul ÇED Raporu onaylandı.

29 Ocak 2020

Halkın Kurtuluş Partisi (HKP), Kanal İstanbul ÇED Olumlu Raporu’na karşı raporun iptali ve yürütmenin durdurulması talebiyle dava açtı.

2 Şubat 2020

Kuzey Ormanları Savunması, Kanal İstanbul güzergâhında doğa yürüyüşü gerçekleştirdi.

3 Şubat 2020

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı, kanalistanbul.gov.tr internet sitesini yayına açtı.

4 Şubat 2020

Bilim Akademisi, Kanal İstanbul Raporu’nu yayımladı. Prof. Dr. Naci Görür, Prof. Dr. Derin Orhon, Prof. Dr. Mehmet Özdoğan ve Prof. Dr. İlhan Tekeli ile ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü – İTÜ Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü öğretim üyesi Prof. Dr. Emin Özsoy’un katkılarıyla hazırlanan raporda “Kanal İstanbul projesinin geçerli bir gerekçesi yoktur” deniyor.

6 Şubat 2020

İBB Sözcüsü Murat Ongun, Kanal İstanbul’la ilgili İletişim Başkanlığı tarafından açılan internet sitesinde gerçek olmayan bilgiler bulunduğunu Twitter hesabından duyurdu ve gerçeklerle ilgili olarak https://kanal.istanbul/wp-content/ uploads/2020/02/soylenen-gercekler.pdf adresinin incelenmesini önerdi.

Kanal istanbul
İstanbul
Banu Tuna
Karaburun
Terkos Gölü
Sazlıdere
İstanbul Havalimanı
Durusu
Sayı 001

BENZER

Yeşilçam’da Hollywood’un çok izlenen filmlerinin Türkiye’de ve Türk oyuncularla yeniden yapımı yaygındı. Tarzan İstanbul’da, Yeşilçam’daki kopya filmlerin ilklerinden kabul edilir. 1952 yapımı filmde Tarzan’ı Cumhuriyet döneminde İstanbul’da yetişen ve daha sonra Tamer Balcı ismini alan millî sporcu Toma Balcı canlandırır.
49. İstanbul Müzik Festivali’nin tarihleri ve mekanları açıklandı. Genel bilet satışı ise 25 Haziran Cuma günü başlıyor!
Din ve sanat bugün yan yana geldiğinde çoğumuzun kafasında hemen bir resim oluşmuyor. Oysaki geçmişte bir ustanın himayesinde başlayan hafızlık eğitiminin sanatkârlığa evrilmesi oldukça yaygınmış. Sanatını özellikle musikide geliştiren ve şanı bugünlere ulaşan, evrenselleşmiş pek çok isim sayabiliriz: Itrî, Hâfız Sâmi, Sadettin Kaynak, Kâni Karaca, Hâfız Burhan bu isimlerden sadece birkaçı, diyor Ayça Örer.